Öz, asıl , esas.
Eski Türkçede; öz.
Fransızca: soi.
İngilize: self, core,
İngilize: self, core,
Kendi, öz, zat.
Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, zatı, kendisi, iç, nefis, derun.
Felsefede, değişebilenin altında yatan değişmeyen.
Bir kimsenin iç benliği.
Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı.
Öz sözcüğünün başka anlamları:
Kan bağıyle bağlı olan, aralarında gerçek akrabalık bağları bulunan.
Karşıtı: Üvey.
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan.
İçine yabancı bir unsur karışmamış olan, arı, saf, halis.
Bir şeyin temel unsuru, aslı ve maksadı olan ana nokta, esas, zübde.
Nektar.
Nektar.
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde.
Bir şeyin ana öğesi.
Gerçek, hakiki, has.
İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı.
Sulak yer.
Sulak, verimli yer, otlak.
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm.
Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça.
Dere, çay.
Küçük dere.
Pınar, derelerin çıktığı yer.
Tepeler arasındaki çukur, düzlük yer, koyak.
Bağ, bahçe, bostan.
Yapışkan topraklı yer.
Su kıyısındaki yeşil yer, ova.
Geniş ve büyük hendek.
Geniş ve büyük hendek.
Sel sularının aktığı yerde yaptığı yarıklar.
Lamba, fener vb. şeylerin fitili.
Güç, dayanıklılık.
Tahıl.
Lamba, fener vb. şeylerin fitili.
Güç, dayanıklılık.
Tahıl.
Sakızın kıvama gelmesi için konulan gıcır.
Reçineli çam ağacı, çıralı kereste.