(D. 20 Aralık 1873 - Ö. 27 Aralık 1936),
Türk şair, veteriner hekim, öğretmen ve siyasetçi. İstiklal Marşı'nın yazarı.
Vatan Şairi ve Milli Şair unvanları ile anılır.
İstiklal Marşının Bestecisi Osman Zeki Üngör' dür. Orkestrasyonu Edgar Manas tarafından yapılmıştır.
1873 yılında İstanbul Fatih’te doğdu. Babası Tahir Efendi, Fatih Medresesi müderrislerindendir. Annesi, Emine Cemile Hanım, Buharalı Mehmet Efendinin kızıdır. 1878 yılında Emir Buhari’ deki Mahalle Mektebinde ilk eğitime başlar. Sonra Fatih İptidaisine geçer. Babasından Arapça dersleri alır. Orta okul sonrasında dönemin en gözde okullarından biri olan Mekteb-i Mülkiye’ nin ali kısmına başlar. Babasının vefat etmesinin ardından ise Halkalı’ da yer alan Baytar Mektep-i Ali’ne parasız yatılı olarak girmiştir. Şairimiz veterinerlik fakültesini birincilikle bitirir.
1898 yılında evlendi. Aynı yıllarda Resimli gazetede, Maarif Dergisinde şiirleri yayınlandı. Ayrıca Arapça, Fransızca ve Farsçadan da çeviriler yaptı. 1906 yılında Halkalı Baytar Mektebinde, 1908 yılından sonra ise Edebiyat Fakültesinde öğretmenlik yapmıştır.
Mehmet Akif Ersoy 1920 yılında Burdur milletvekili olarak meclise girdi. 1921 yılında para ödülü almamak şartı ile milli marş yarışmasına katılmayı kabul eder. Milli marşımızı kahraman ordumuza ithaf etmiştir. 12 Mart 1921 günü ise şiiri milli marşımız olarak kabul edilir. Ödül olarak verilen 500 lirayı ise Hilali Ahmet ve Darü Mesai Vakfına bağışlamıştır.
1923 yılında Mısır’ da Camiül Mısriyye Üniversitesinde 1929 ile 1936 yılları arasında Türkçe Öğretmeni olarak görev yapmıştır.
Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 yılında siroz hastalığından öldü. Mezarı Edirnekapı Mezarlığındadır.
Eserleri:
Safahat,
Süleymaniye Kürsüsünde,
Hakkın Sesleri,
Fatih Kürsüsünde,
Hatıralar
Asım
Gölgeler.
Gölgeler.
İSTİKLAL MARŞI SÖZLERİ
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Ruhumun senden, İlahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerihamdan, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Ruhumun senden, İlahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerihamdan, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!